28.02.2019
1980, 12 Eylül faşist darbesinden sonra, Türkiye'de darbelerin çözüm olamayacağı fikri yaygınlaşmıştı. Ben de çok umutluydum. Asla bir daha darbe olamaz bu ülkede inancındaydım. Ta ki, 1997, 28 Şubat post modern darbesinin; Sincan'da yürütülen tankları, okullarda ki başörtüsü yasağına kadar...
Bir daha yıkılmıştım.
Osmanlıdan devraldığımız bu darbe geleneği ne zaman bitecekti?
Medya, yargı, üniversiteler askerin önünde düğme ilikliyor ve darbenin ortaklığını yapıyordu.
Ben tam bir travma yaşıyordum.
Demokrat, Liberal özgürlükçü fikriyatımdan dolayı, rahmetli Erbakan'ı desteklemesem dahi, onun ve demokrasinin yanında yer aldım. Başörtü zulmüne karşı protestolara katıldım. 28 şubata karşı mücadele ettim.
Binyıl süreceği iddia edilen 28 Şubat darbesini yapanlar bugün yargı önünde. Bir kısmı içeride. Ama önünü kesmek istedikleri “siyasal İslamcılar” iktidarda.
“Ne oldum deme" ne olacağım de, mağrurlanma! Ne olacağın belli olmaz...”
Her dönemde inancım şu olmuştur:
Şiddetle terörle, askeri sivil darbelerle değil; meşru ve sivil yöntemlerle iktidarlar değiştirilmelidir...
Hasılı Kelam, 12 Eylüller de, 28 Şubatlar da, 27 Nisan e muhtırası ve en son hain 15 Temmuz darbe girişimi tarihlerinde bu yaşadıklarımı zaman zaman hatırlarım.
Bunları yazmama vesile olan ise, hem Bin yıl süreceği söylenen 28 şubatın 22. Yıldönümü, hem de bugünlerde yaşadığımız olaylardır
Ülkemiz son yıllarda ciddi demokrasi sınavlarından geçiyor.
TC kuruluş kodları, toplumun sosyolojik dinamikleriyle uyuşmadığından, sorunların biri bitiyor biri başlıyor.
Uygar ülkeler gibi demokratik bir cumhuriyete sahip olamadık maalesef.
Son Fetö darbe girişimi sebebiyle de ; gerek OHAL gerek KHK lar ile yönetilir hale geldik. Umarım ki, sorunlar çözülür ve bir önce normal yönetime geçeriz.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile de, Atatürk ve İnönü dönemi gibi, ”parti devleti“ sistemine avdet ettik.
Nasıl bir tabloyla karşılaşacağız zaman gösterecek.
Gerek Fetö meselesi; gerek Suriye ve Irak da olanlardan dolayı ve en son ciddi ekonomik sorunlardan dolayı,ciddi dönüşümler yaşıyoruz.
Bu konjöktürde çoğu insan tedirgin ve kaygılı. En başta çevremizden ve dostlarımızdan uyarılar alıyoruz. “ Dikkatli olun! Suya sabuna dokunmayın, başınıza iş gelebilir...”
Bu uyarılar beni ziyadesiyle hem üzüyor hem de ülkem adına kaygılanıyorum. Benim gibi fikirlerini açıkça ve samimi olarak serdedenlere dahi tahammül edilememesi ayrı bir üzüntü kaynağı. Benim gibi hakikati arayan bireyler; doğru ve iyi uygulamaları her zaman destekleyip; kendimizce yanlış bulduklarımızı da eleştirmiştir. Fanatik bir tarafgirlik ülkemizde almış başını gitmiş. Toplum tam polarize olmuştur. Bir kesim ayan beyan siyah olana beyaz, diğer kesim de beyaz olana siyah demektedir . Her iki taraf da haklı çıkmak derdinde. Ülkeyi hakkıyla düşünen insan sayısı gittikçe azalıyor. Diğer yandan ; gidişattan kaygılanan ve korkan insanlar gittikçe yurt dışına yerleşiyor. Bine yakın üst düzey zengin servetiyle yurt dışına yerleşti iddiası var. Ülker grubu,Koç, Sabancı, doğuş gruplarının yurt dışına ciddi sermaye transferi yaptığı biliniyor.100 bine yakın beyaz yakalının yurt dışına yerleştiği ifade ediliyor. Yurt dışında okumak için müracaat eden öğrenci sayısında patlama yaşanıyor. Bu insanları hainlikle suçlamak yerine ,anlamaya çalışmalıyız. Zengin ve eğitimli İnsanların ülkesiyle aidiyet bağlarının zayıflaması ülkenin kaybıdır. Adalet sisteminin vesayette el değiştirmesi ile , adaletle ilgili ciddi sorunlar yaşanıyor.Fetö korkusuyla ince araştırmaların yeterince yapılmadığı ve çok mağduriyetlerin olduğu dile getiriliyor. Nitekim 12 bine yakin insan bir yıldan fazla suçsuz yere By Locktan dolayı içerideydi. Gerçek anlaşıldı da salıverildiler. Böyle çok örnekler olduğu biliniyor.
Fetönün bir dönem ele geçirip zulümlerine alet ettiği yargı sisteminin düzelmesi yılları bulacak gibi...
Umarım ülkemiz bu badireleri kısa sürede atlatır ve hakkettiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşır.Bunun için iktidarın bütün toplumu kucaklayan ve büyük heyecan yaratan 2002 kuruluş manifestosuna dönmesi de elzemdir...Bu arada ,her birimize düşen görevler de vardır...
Birey Nihat Kaya olarak, hep ilkelerin insanı oldum. Hiç bir dönem demokrasi dışı arayışlara prim vermedim. Kimden gelirse gelsin darbelere hep karşı çıktım, mücadele ettim. İktidarda oy vermediğim parti olsa dahi; demokrasi adına, darbelere karşı onun yanında yer aldım. Sivil siyasete inandım hep. Özgürlükler ve evrensel insan haklarının savunucusu oldum.
Din, vicdan, ibadet özgürlüğünü savundum.
Her dönemde şiddet ve teröre karşı çıktım. Sorunların müzakere edilerek, barış içerisinde çözülmesi gerektiğine vurgu yaptım.
Ölmenin ve öldürmenin değil, yaşama ve yaşatmanın yüceltilmesine inandım.
Dünyadaki bütün savaş araçlarının eritilip müzik aletlerine çevrilmesini savundum.
Bütün ülke sınırlarının kaldırılmasını; sınırlardan silahlar yerine Mallar ve insanların özgürce geçmesine inandım
Dünyayı insanlığın Ortak vatanı ve insanlığı da ırkım bildim.
İnsanlığın tekamülü ve erdemini artıran; sevgi ve barışa hizmet eden her inanca saygı duydum.
Kısa süre misafir olacağımız bu dünya hanesinde; bizden öncekilerin uğruna kavga edip bir şey başaramadıkları şeyler için, bizlerin kavga etmemesi ve barış içerisinde yaşamamız en büyük dileğimdir...Diğer yandan ne gerekçeyle olursa olsun, halkın seçtiği yönetimleri darbeyle düşürmek vatana İHANETTİR.
Çağdaş dünyanın özgürlükçü, demokratik, çoğulcu ve evrensel insan haklarının ölçü alındığı, demokratik laik bir cumhuriyet yaşamı de en büyük özlemimdir.