Kanaatimce...

Mustafa Erdoğan

Demokrasi ve Özgürlük

Prof. Dr. Mustafa Erdoğan

Demokrasi Nedir?

Demokrasi eski Yunanca demos (halk) ve kratein (iktidar veya hükmetmek) sözcüklerinden oluşan birleşik bir kelimedir. Bu durumda, kelime anlamı olarak demokrasi “halk yönetimi” demektir. Amerikan başkanlarından Abraham Lincoln de ünlü Gettysburg nutkunda (1863) “demokrasi”den, “halkın halk tarafından halk için yönetimi” olarak söz etmişti.

Demokrasi, çok yaygın olarak, iktidarın barışçı bir şekilde el değiştirmesine imkân veren yönetim türü olarak nitelenir. Meselâ, klasik liberal düşünür Ludwig von Mises 1949 yılında şöyle yazıyordu: “Demokrasi yönetimin çoğunluk iradesine barışçı bir şekilde uyarlanmasının bir usulünü temin eder.” Aynı şekilde Friedrich Hayek de demokrasinin meşruluğunun dayandığını söylediği nedenlerin başında, onun “insanoğlunun şimdiye kadar keşfetmiş olduğu yegâne barışçıl değişim usulü” olmasını saymıştır. Benzer şekilde, Karl Popper da demokrasiyi diktatörlükten kaçınmayı mümkün kılan yönetim şekli olarak nitelemiştir.

Belirtmek gerekir ki, demokrasinin nasıl işlediğiyle veya neye yaradığıyla ilgili olan bu açıklamaların her biri onun işlevleri hakkında bize işe yarar bilgi vermekle beraber, bunları yine de demokrasinin tanımı olarak göremeyiz. Çünkü, tanım, bir şeyin hem ne olduğunu (mahiyetini) hem de ne olmadığını göstermek durumundadır.

Demokrasiyi tanımlamak ilk bakışta sanıldığı kadar kolay değildir. Herkesin “bildiği” ve takdir ettiği bir şeyi tanımlamanın zor olduğunu söylemek şaşırtıcı gelebilirse de, aslında tam da bu yüzden demokrasi kolayca tanımlanamaz. Çünkü, demokrasi kelimesinin popülerliği ve duygusal çağrışımlarla yüklü olması onun tanımı üzerinde bir mutabakata varmayı zorlaştırmaktadır. Nitekim, demokrasi “iyi” bir şey olunca, herkes olması gerektiğini düşündüğü ne varsa ona “demokrasi” veya “demokratik” yaftasını yapıştırmaktadır. Böylece, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra yaklaşık yarım yüzyıl “demokrasi” adlandırması farklı kişi ve gruplar tarafından birbirinden çok farklı yönetimler için kullanıldı.

Bununla beraber, eski Sovyetik-totaliter rejimlerin çökmesinden sonra demokrasinin anlamı konusundaki bu belirsizliğin önemli ölçüde azaldığı söylebebilir. Yine de demokrasinin tanımlanmasındaki zorluk tümüyle ortadan kalkmış sayılmaz.

Barry Holden’a göre ise demokrasiyi tanımlamak hiç te zor değildir; yeter ki, demokrasinin “tanımlayıcı özellikleri” ile “zorunlu şartları”nı ayırmaya özen gösterelim. Demokrasinin tanımlanmasındaki problem de işte bundan, çoğu zaman onun zorunlu şartları ile tanımlayıcı özelliklerinin birbirine karıştırılmasından ileri gelmektedir.

Barry Holden demokrasiyi “kamu siyasetine ilişkin önemli sorunlar hakkındaki temel belirleyici kararları bütün halkın pozitif veya negatif olarak aldığı ve almaya yetkili olduğu bir siyasal sistem” olarak tanımlamaktadır. Gerçi bu tanımın da siyasî sorumuluğu ihmal etmesi bakımından eksik olduğu söylenebilir. Nitekim, Jack Lively, demokrasinın tanımında yer alan can alıcı özelliğin yönetenlerin hesap vermesi (accountability) olduğuna dikkat çekmiştir. “Hesap verme”, yönetenlerin, iktidarları döneminde yaptıklarının doğruluk veya uygunluğunu yönetilenlere açıklama yükümlülüğü altında olmaları ve onlar tarafından görevden alınabilmeleri demektir.

 

Demokrasi ve Özgürlük

Yalın haliyle ‘demokrasi’ yönetme iktidarının kaynağının halk olması veya kısaca ‘halkın yönetmesi’ demektir. Ne var ki, “demokrasi” devlet iktidarının halkın elinde olması gerektiğine işaret ederse de, bu iktidarın sınırlanması hakkında her­hangi bir şey söylemez. Bu tanım nasıl bir ‘halk yönetimi’nin sözkonusu olduğu hakkında veya yönetme iktidarının (yöneten gücün) sınırları konusunda sessizdir.

Kim yönetecektir?... Halk (veya onu temsil edenler)… Böyle bakıldığında, yönetimin halkın isteklerine ve ‘iradesi’ne uyması sistemin demokrasi olarak nitelenmesi için yeterlidir. Halk nasıl istiyorsa öyle yönetilecektir. Bir bakıma, ‘Halkın sesi hakkın sesidir.’

Bu aslında demokrasinin bir yanıyla özgürlüğü tehdit ettiği anlamına gelir: Demokraside kişiler halk kitlesi veya çoğunluk tarafından baskı atına alınabilir. Devlet kurumu doğası gereği bireysel özgürlük için bir tehdit teşkil ederken, tuhaf gelebilir ama demokrasi bu tehdidi daha da artırabilir. Çünkü, devlete halkın egemen olduğu düşünüldüğü, devlet halk iradesinin faa­liyet aracı olarak görüldüğü veya devlet aracılığıyla hareket edenin halkın kendisi olduğu varsayıldığı için, demokrasi daha önce zaten mevcut olan tehlikeyi daha da artırır. Ne var ki, son derece ihtimal dışı olan bir durumu gözardı edersek, ‘halk(ın) iradesi’ denen şey gerçekte her bireyin iradesini içermez. Bundan dolayı, sözde halkın iradesini uygulamaya geçiren faaliyetin bazı bireylerin iradeleriyle çatışması ve onların özgürlüğünü tehdit etmesi mümkündür.

Ama öte yandan demokrasiyi özgürlüğe bağlayan bağlantı noktaları da vardır. Bunları üç başlık altında gözden geçirebiliriz.

(i) Özgürlüksüz Demokrasi: Çoğunluk Yönetiminden Çoğunluk Diktasına

 Herhangi bir sıfatla kayıtlanmayan bir ‘halk iktidarı’nın veya ‘demokrasi’nin özgürlük temel değeriyle bağdaşmayacağı açıktır. Sınırsız bir ‘halk yönetimi’nin bireylerin özgürlük alanlarına tecavüz etmeyeceğinin herhangi bir garantisi olması şöyle dursun, böyle bir yönetimin özgürlük karşıtı olması kaçınılmaz görünmektedir. Yönetimi belirleyen tek şey ‘halkın iradesi’ olduğuna göre, ‘halk’ isterse mal-mülkünüz yağmalanabilir, ‘yanlış’ düşüncelerinizden dolayı size hapse atılabilir, hatta inanç veya fikirlerinizden dolayı ‘halk düşmanı’ veya ‘hain’ olarak yaftalanıp öldürülebilirsiniz bile. Bütün bunlar çıplak demokrasiye uygundur.

Bu sonucun ortaya çıkmasının bir nedeni, ‘halk’ın irade sahibi tekil bir özne olarak görülmesidir. Oysa gerçekte irade sahibi, düşünen, karar veren ‘halk’ diye tekil bir özne yoktur. Var olan, inançları, düşünceleri, çıkarları, hassasiyetleri farklı farklı milyonlarca bireysel özneler ve gruplardır. Bu şu anlama gelir: Toplum yekpâre, müttehit ve tekil bir organizma değil, çoğul bir formasyondur. Bundan dolayı, toplumda tek bir irade ve çıkar değil, çok sayıda farklı irade ve çıkar vardır. Kısaca, toplum tek bir sesle konuşmaz. ‘Millî irade’ kavramının olgusal bir karşılığı olmayan, zihinsel bir inşadan ibaret olmasının da nedeni budur.

Şu halde, ‘halk’ diye bütünleşik bir özne olmadığından, pratikte ‘halk’ dendiğinde kastedilen belli bir dönemdeki çoğunluktur, hatta bazan da ‘halk’ adına konuşan azınlık bir politik elit grubudur. Sözde ‘çoğunluğun iradesi’ne dayalı sınırsız yönetimin ‘çoğunluk diktası’na dönüşmesinin kavramsal zeminini işte bu anlayış oluşturmaktadır.

Öyleyse, özgürlüğün korunması için halk yönetiminin (demokrasinin) bile sınırlanması gerekir.

 

(ii) ‘Özgür Halkın Yönetimi’ Olarak Demokrasi

Aslına bakılırsa, özgürlüğü hesaba katmadan, demokrasiyi yönetime ‘halk’ın iradesinin hâkim olmasından ibaret görmek işleyebilir bir demokrasiye temel oluşturamaz. Bireylerin hak ve özgürlüklerini koruyan bir anayasa olmadan bir devletin demokratik bir devlet olarak işlemesi imkânsız gibidir.

Şöyle ki: Halkın (‘insanlar’ anlamında) yönetimi kontrol edebilmesi için herşeyden önce onun (onların) özgür olması gerekir. Bu, demokrasiyi ‘halk yönetimi’ olarak değil de, Sartori’nin önerdiği gibi ‘özgür halkın yönetimi’ olarak anlamayı gerektirmektedir. Sartoi’nin kendi kavramlaştırmasıyla: ‘Demo-power’ın önşartı ‘demo-protection’dır. Yani, halkı iktidarla donatmadan önce onu özgürleştirmek gerekir. Onun için, zorbalıktan özgürlük demokrasinin zorunlu bir şartı veya hatta tanımlayıcı bir unsurudur.

Bu da kısaca ‘temel hak ve hürriyetler’in anayasal güvence altında olmasını zorunlu kılmaktadır. Kişilerin hayatlarının ve dokunulmaz alanlarının garanti edilmediği; vicdan, ifade, basın, toplanma ve örgütlenme gibi sivil özgürlüklerin tanınmadığı bir yerde demokrasi ne kurulabilir ne de işletilebilir. Çünkü bu özgürlüklerin garanti altında olmadığı bir yerde, bireyler, hem anlamlı siyasî tercihler oluşturabilmeleri hem de iktidarı denetleyebilmeleri için gerekli olan bilgiye ulaşamazlar. Esasen, ‘halk’ kavramı da, ancak farklı görüşleri halka sunma öz­gürlüğünün var olduğu ve halkın istediği kararı vermekte özgür olduğu yerde bir anlam ifade eder.

İfade ve basın özgürlüklerinin tahkim edilmiş olması bu bakımdan özellikle önemlidir. Keza, demokratik katılımın gerçekleşmesi de ancak seçme ve seçilme ile siyasî faaliyet özgürlüklerinin güvence altında olmasına bağlıdır. Genel olarak özgürlüğün, özel olarak temel hakların garantiye alınması, ayrıca, demokratik bir sistemde hukukun üstünlüğünün de kurumsallaştırılmasını zorunlu kılmaktadır.

 

(iii) Bireysel Self-Determinasyonlardan Demokratik Self-Determinasyona

Daha temelde, demokrasi bireysel self-determinasyon kavramından türetilebilir. Teorik olarak, demokrasi bireysel self-determinasyonların kollektif bir türevi veya tezahürü olarak görülebilir. Bunu şöyle açıklayabilirim: Her bir özgür ve özerk birey kendi kaderini belirleme hakkına sahiptir. Bireyler böylece kendi hayat amaçlarını belirleyip o doğrultuda eylemlerde bulunabilir ve kendilerini gerçekleştirebilirler.

Şu var ki, bireylerin hayatlarının gidişatı siyasî iktidarın aldığı kararların etkisinden bağışık değildir. Açıkçası, hayat çevremizin şekillenmesinde kamusal kararların ihmal edilemeyecek bir rolü vardır. Bu demektir ki, kendimizi sadece kendi özel alanımızda alacağımız kararlarla belirleyemeyiz. Bireyler olarak kamusal kararların oluşumuna katılmadan kendi hayatlarımıza veya kaderimize tam olarak hâkim olamayız. Kaldı ki, normatif olarak da, kendi yasamızı kendimiz yapmadıkça veya yasanın yapılmasına kendimiz de katılmadıkça özerk olamayız. Bu durumda, bir yandan özgür ve özerk birey kavramı demokrasiyi zorunlu kılmakta, öbür yandan temel hakların herkes için garanti altına alınması özgürlük ve özerklik için şart haline gelmektedir.

 

Sonuç

Sonuç olarak, yukarıda özetlenen her üç argüman da demokrasinin ancak ‘liberal’ bir kurumsal zemin üstünde kurulup yaşatılabileceğini göstermektedir. Özgürlük demokratik siyasî iktidarın da sınırlanmasını gerektirmektedir. Bireysel özgürlükle sınırlı yönetim (devlet) arasında çok yakın bir ilişki vardır. Böylece, demokrasi kavramı temel siyasal kararları halkın aldığı, ama halkın alabileceği kararlar üzerinde sınırların bulunduğu bir sisteme çıkmaktadır ki bu da liberal demokrasidir.

Liberal demokrasilerde de elbette yönetenlerin belirlenmesi ve temel siyasal kararların alınması vatandaşların rıza ve onayına dayanır ki bu da katılma ve temsil mekanizmalarının varlığını ve çoğulcu ve yarışmacı bir siyaseti gerektirir. Öte yandan, liberal bir demokrasi halk tarafından seçilmiş olsa da siyasal iktidarın yetkisinin, temel hak ve özgürlükleri ve hukukun üstünlüğünü güvence altına alan bir anayasayla sınırlanmasını şart koşar. Başta parlamento olmak üzere, halkın temsilcilerinin yetkisinin sınırsız olduğu bir rejime sırf kavram hatırına belki halâ “demokrasi” denebilir, ama temel hakların ve hukukun üstünlüğünün anayasal güvenceden yoksun olduğu böyle bir sistemin zamanla demokratik çoğunluğun veya seçilmiş bir kişinin dikatörlüğüne dönüşmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur.

uzunsag